31 Ağustos 2007 Cuma

KARBON-14 YÖNTEMİ İLE YAŞ TAYİNİ

Doğal radyoaktifliğe,yeryüzünün doğal saati denilebilir. Özellikle radyoaktif yapısı olan Karbon-14 (C14) izotopu yardımıyla,antik testi ve çömleklerden firavun mumyalarına fosillerden antika ahşap eşyalara kadar her alanda yaş tayini yapılabilir.

Atmosferdeki CO2 molekülleri 12C,13C ve14C izotoplarını içermektedirler.
14C izotopu 47N + 146C → 146C + 11H
denklemine göre 14C izotoplarına dönüşür. Dolayısıyla ,beta bozunması sonucu 14C miktarı azalsa da ;kozmik ışınlar tarafından 14C üretilmektedir.

Yani 14C’nun bozunma hızı ile 4N izotopundan 14C izotopunun oluşma hızı arasında bir denge vardır. Bu denge sayesinde atmosferdeki 14C miktarı sabit kalır.Bunun sonucu olarak atmosferdeki 14C izotopunun , 12C izotopuna oranı sabit bir değer alır. Bu değer bir tane 14C atomuna karşılık 7,2.1011 tane 12C atomu şeklinde olup 1,4.10-2 dir. Bilindiği gibi karbon atomları (12C,13C ve14C),CO2 bileşiği (12CO2,13CO2 ve14CO2) halinde fotosentez ile bitkilere,bitkilerin besin olarak kullanımı sonucu hayvan ve insanlara geçer. Canlı organizmada CaCO3 gibi kararlı bileşiklerin oluşumunda kullanılan karbon atomları kemik ve diş yapısına geçer. Buna bağlı olarak fosilleşmiş kalıntılarda 14C yöntemi ile yaş tayin edilebilir.Bir bitki canlı kaldığı sürece bitki dokularında 14C miktarı atmosferdeki miktarı gibi sabit kalmaktadır. Ancak bitki öldüğü anda fotosentez durur bitkinin ,atmosferden CO2 absorblaması sona erer. Yani ,dışarıdan 14C alımı durduğu halde bitkinin bünyesindeki 14C izotopları bozunmaya devam eder ve 14C izotopunun, 12C izotopuna oranı bozulur.
Bitki ne kadar önce öldü ise,içerdiği 14C miktarıda o kadar az olur. 14C izotopunun yarılanma süresi 5730 yıldır. Yani 5730 yıl sonra 12C miktarı değişmezken , 14C miktarı yarıya inecektir. Buna bağlı olarak da 14C izotopunun bozunma hızı yarıya inecektir. Yaşayan bir canlıdaki 14C bozunma hızı 1gram karbon için bir dakikada 16 bozunma (16 bozunma/gram.dakika) olarak bilinmektedir. Eğer bir kemik parçasında yapılan 14C sayımı;8 bozunma/gram.dakika ise sonuç canlının 5730 yıl önce ölmüş olduğunu gösterir.
Bu yöntem ilk kez Willard Frank Libby adlı profesör tarafından bulunmuştur.(1960 yılı)
(alıntıdır)

HAVA YASTIĞI

Otomobil dünyasının en önemli buluşlarından biri olan; hava yastıkları, trafik kazalarında binlerce yaşam kurtarmıştır.Hava yastığının işleyişi oldukça basittir. Herhangi bir kaza olduğunda plastik torba gaz ile dolar ve sürücü ile ön koltuktaki yolcunun sert çarpmalarını engeller. Böylece kazanın ölümcül etkileri azaltılmış olur. Ama ön koltukta çocuk ve yaşlıların oturması tehlikeli sonuçlar doğurabilir.Hava yastığı, sistemi güvenlik açısından bazı özellikler taşımalıdır. Hava torbası, yanlışlıkla gaz ile dolmamalıdır. Hava yastığını dolduran gaz zehirli ve yanıcı olmamalıdır. Ayrıca, hava torbasını dolduran gaz (20–80 milisaniye gibi) çok kısa sürede, hızlı şekilde elde edilmeli ve uzun süre kararlılığını korumalıdır. Tüm bu özellikler göz önüne alındığında hava yastığında kullanılabilecek en uygun gaz, alkali metal azidlerinin bozunması sonucu elde edilebilen azottur.
Nasıl Çalışır?İlk darbenin sensör ünitesi tarafından tespit edilmesiyle gönderilen sinyaller, sistemi harekete geçirir. Sodyum azid (NaN3) içeren kısımdaki bozunma sonucu; ısı 2NaN3(k) --- 2Na(k) + 3N2(g) reaksiyonuyla azot gazı oluşur. Sürücü tarafındaki hava yastığı 70 L, ön koltukta bulunan yolcu tarafındaki hava yastığı ise 130 L genişler.Hava yastığındaki reaksiyonun hızını artırmak için molibden disülfür (MoS2) ve barutun bir bileşeni olan kükürt(S) kullanılır. Ayrıca, kükürt, reaksiyon ürünlerinden olan sodyum(Na) metali ile sodyum sülfat katısı (Na2SO4) oluşturur. Böylece, aktif bir metal olan sodyumun su ile girebileceği bir reaksiyon ve bunun sonucu oluşabilecek istenmeyen durumlar da önlenmiş olur.
Nasıl Harekete Geçiyor? 0 milisaniye : İlk temasın başlangıcı30 milisaniye : Hava yastığı şişmeye başlamak için hazır30–54 milisaniye : Hava yastığı aktif hâle geçer ve kademeli olarak şişmeye başlar.54 milisaniye : Sürücünün kafası ile hava yastığının ilk teması gerçekleşir54–58 milisaniye : Sürücünün vücudu hava yastığı üzerinde basınç yapar, şişme işlemi hızlanır.84 milisaniye : Hava yastığı tamamen şişmiştir. (alıntıdır)

FOSFOR NEDEN PARLAR?

Fosfor insanın ve bütün hayvanların dokularında 'kalsiyum fosfat' biçiminde, doğada ise fosfat mineralleri halinde oldukça yaygın olarak bulunur. Doğada en çok bulunan şekli beyaz fosfor olup 44 derecede erir, karanlıkta ışır ama havayla temas edince tutuşur, beyaz dumanlar çıkararak yanar, üstelik çok da zehirlidir.Fosfor 1669 yılında H. Brand tarafından insan idrarının ısıtılmasıyla hazırlanmış, ilk defa karanlıkta parlayan bir bileşik elde edilmiştir. Bu ilgi çekici olay, bir süre sonra, formülünü satın alan Krafft tarafından dünyaya tanıtılmaya başlanmıştır.Fosfor ışıma teriminin kaynağı karanlıkta ışıldayan beyaz fosfordur. Isı yaymaksızın ışık verme özelliği fosfordan başka maddelerde ve bazı canlılarda da görülür ama bu maddelerin bilinen ilk örneği fosfor olduğu için bileşiminde fosfor bulunmasa da karanlıkta ışıldayan bütün maddelere fosforlu deme alışkanlığı yerleşmiştir.Ateş böceklerinin ve bazı balıkların ışıması, gövdelerindeki özel ışık organlarında bulunan moleküllerin kimyasal değişime uğramaları, yakamoz denilen deniz suyunun parlaması da yine sudaki bazı enzimlerin kimyasal tepkimeleri sonucunda oluşurlar. Bu ışıkların fosfor ışıma ile bir alakalan yoktur. Bunlar biyolojik ışımalardır.Normal olarak bir atomda elektronlar en düşük enerji seviyesinde bulunurlar. Cisme kuvvetli bir ışık vurduğunda, elektronlar ışıktaki fotonları emerek uyarılırlar ve enerjileri artarak daha dıştaki yörüngelere sıçrarlar. Işığa karşı olan bu reaksiyon, cisimde anında aydınlanma veya ısınma şeklinde görülür. Böylece elektronlar üzerlerindeki enerjiyi tekrar verip başlangıçtaki düşük enerji seviyeli konumlarına dönmeye çalışırlar.Çok özel bir iki atom türünde, elektronların bu ilk konumlarına dönme, dönerken de enerji verme ve ışık saçma olayı genel fizik kurallarına pek de uymayan bir şekilde dakikalar, saatler hatta günler sonra olabilir. Fosforlu diye nitelendirilen bu cisimler ışık veren kaynağın yok olmasından sonra da elektronları geri dönüş yolculuklarına ve bu sürede üzerlerindeki enerjileri ışık olarak vermeye devam ettikleri sürede parlamayı sürdürürler. Elektronların orijinal konumlarına olan dönüş yolculukları tamamlanınca parlama da sona erer.Kalsiyum, baryum ve çinko sülfürler en iyi bilinen fosforlu maddelerdir. Saatlerdeki rakamların, akrep ve yelkovanın, bazı oyuncakların karanlıkta görünmelerini sağlayan fosforlu boyaların yapımlarında genellikle çinko sülfür kullanılır. Çinko sülfür laboratuarda kolayca elde edilebilir. Başka maddelerle karıştırılmadığı vakit fosforlu maddelerin ışığı uçuk mavi renktedir. Değişik flüoresan boyalarla karıştırılarak parlak yeşil ve kırmızı renkler elde edilir.(alıntıdır)

BALIK VE YOĞURT BERABER YENİRSE?

Tazeliğini yitiren balıkta “histamin” adında bir proteinin miktarı artmakta ve bu madde aynı zamanda yoğurtta da bulunmaktadır. Aynı öğünde her ikisi de tüketilirse vücuttaki histamin miktarı artmaktadır. Bu durum özellikle alerjik durumu olan bireylerde bazı olumsuz tepkimelere yol açabilmektedir. Besin zehirlenmesi açısından olayı incelersek; balık bayat ise yanında yoğurt yenilse de yenilmese de zaten zehirlenmeye yol açar.

SU KAYNAMADAN ÖNCE NİYE SES ÇIKARIR??

Artan ısıyla birlikte su içinde çözünmüş gaz molekülleri gaz fazına geçmeye çalışıyor. Bunlar üst katmanlara çıkarken oluşan kabarcıklar patlıyor. Binlerce minik patlama işte bu sesi oluşturuyor.Kaynama olduğunda ise kabarcıklar aldıkları eneji ile birleşerek yukarı kadar çıkıyor. Dolayısıyla tıslama sesi de kayboluyor.

19 Ağustos 2007 Pazar

AÇIKLANAMAYAN 10 GİZEMLİ OLAY

Focus dergisinde bugünün teknolojisiyle bile üretilmesi ve açıklanması zor olan gizemli nesnelerden bazilarini tanitti.
Gelecegi gören harita Cografya ve harita uzmani ünlü Türk denizci Piri Reis'in 1513'te çizdigi Afrika, Amerika ve Güney Kutbu'nu gösteren harita, ortaya çikarildigi 1929 yilinda ortaligi karistirdi. Çünkü Güney Kutbu'nun kesfi, haritanin çizilmesinden çok sonra, yani 1818'de gerçeklesmisti. Dahasi, Piri Reis'in haritasi, kitanin buz altinda kalmis sahil kesimlerini de gösteriyordu. Ancak kita üzerindeki buzlar, haritanin çizilmesinden tam 6 bin yil önce erimisti.
2 bin yillik pil Alman arkeolog Wilhelm Konig tarafindan 1938'de Irak'in baskenti Bagdat'in yakinlarinda bulunan 2 bin yillik pil, bilim adamlarini saskina düsürdü. Konig, 13 santimetre boyundaki toprak bir kabin içine monte edilmis bir bakir silindir, onun etrafindaki demir çubuk ve testinin agzini kapatan asfalttan olusan bu nesneyi "dünyanin en eski pili" olarak tanimladi. Pilin 2 volt enerji ürettigi saptanirken, 1800'lü yularda modern pili icat eden Alessandro Volta adli Italyan kontunun da söhretine gölge düstü.
Bir nevi bilgisayar 1900 yilinda Girit açiklarindaki bir batikta arastirma yapan bilim adamlari ilginç bir cisme rastladi. Tahta bir muhafazanin içine yerlestirilmis bir dizi bronz disliden olusan bu garip nesnenin kasasi, yüzeye çikarildigi anda dagildi ve cihazin içindeki karmasik yapi ortaya çikti. Yapilan çalismalarin ardindan, bu aygitin Ay, Günes ve diger gezegenlerin konumlarini hesaplamak ve istendigi anda bunlarin pozisyonlarina yönelik tahminlerde bulunmak için gelistirildigi anlasildi.
Gizemli kuru kafa Maya dönemine ait 1000 yillik bu kristal kuru kafa, tek bir blok kristal üzerine oyma olarak yapilmis. Nasil yapildigi hala anlasilamayan kuru kafanin altindan tutulan isik, dogrudan göz çukurundan yansiyor. Bu teknolojinin bugün bile mümkün olmadigi söyleniyor.
Alüminyumdan kemer tokasi M.S. 300'lü yillarda ölen Çinli general Çou Çou'nun mezarinda 1956 yilinda bulunan kemerin tokasi, yüzde 85 oraninda alüminyumdan yapilmis. Ama dogada sadece bilesik olarak bulunan alimünyumun diger maddelerden ayristirilarak tek bir madde olarak kullanilabilmesi ilk kez 19. yüzyilda mümkün olmustu.
1000 yilda yapilan kent Pasifik Okyanusu'ndaki Mikronezya adasi yakinlarina kurulu antik Nan Madol kentinin insasi, M.Ö 200'de basladi ve 1000 yil sürdü. 250 milyon tonluk dev bazalt bloklar kullanilarak yapilan bu kent, 100 yapay adayi kanallarla birbirine bagliyor. Bu kadar bazaltin bölgeye nasil getirildigi ise hâlâ sir.
Uzaylilara inis pisti Peru'nun Pampa sahilindeki 450 kilometrekarelik alan üzerine çizili motifler, M.O. 300 üe M.S. 600 arasindaki dönemi kapsayan hayvan ve bitki sekillerini resmediyor. Nazca medeniyeti tarafindan yapildigi düsünülen bu garip motiflerin, uzaylilar için bir inis pisti vazifesi gördügü öne sürülüyor.
Concorde'un atasi M.Ö 200'de yapildigi sanilan bu nesne, 1898 yilinda Misir'da bir lahitte bulundu. Ancak gerçek uçaklar icat edilene kadar ne oldugu konusunda kimse bir fikir beyan edememisti. 1972'de arkeolog Halil Mesiha bunun bir model uçak oldugunu, mükemmel bir aerodinamiginin bulundugunu ve kanatlarinin Concorde'u andirdigini iddia etti.
Çekicin sirri Tahta sap ve demir tokmaktan olusan bu çekiç, 1936'da Teksas'ta 400-500 milyon yillik bir kayanin içine gömülü olarak bulundu. Modern bir aletin tarih öncesi bir kaya kütlesinin içine nasil girdigi bir yana, çekiçte kullanilan demirin günümüz demirlerinden bile saf olmasi bilim adamlarini hayrete düsürdü.
Harçsiz tas set Peru'nun Cusco bölgesindeki bir Inka kalesinin etrafini 360 metre boyunca zikzak yaparak saran 9 metrelik setlerin yapiminda, tanesi 300 tona varan kireçtasi bloklari kullanilmis. Ancak hiç harç kullanilmamasina ragmen bu kayalar, arasina biçak bile sokulamayacak kadar mükemmel yerlestirilmis.

5 Ağustos 2007 Pazar

KİMYASAL GEYİK

1) Kimyagerin Son Sözleri (3)
2) Kimyasal Fikralar (11)
3) Karikatürler (14)
4) Garip Isimli Bilesikler (10)
5) Kimyasal Oyunlar (8)
6) Doktora Karikatürleri (86)
SANAL LABARATUAR

OKTAY SİNANOĞLU

http://www.geocities.com/yuksekirtifa/oktaysinanoglu.htm

MODERN ATOM TEORİSİ

Modern Atom Modeli: Şu an kullanılmakta olan atom modeli modern atom modelidir. Bu teoriye göre elektronlar çok küçük tanecikler oldukları için herhangi bir andaki yeri kesin olarak bilinemez.Modern atom modeline göre;1. Çekirdeğin çevresinde "n" baş kuvant sayısıyla ifade edilen enerji düzeyleri bulunur.2. Elektronların herhangi bir an için yerleri kesin olarak bilinemez, fakat elektronların bulunma ihtimallerinin yüksek olduğu bölgeler vardır. Bu bölgelere orbital adı verilir. Bir orbitalde en fazla iki elektron bulunabilir ve bir atomda s, p, d ve f olmak üzere dört çeşit orbital vardır.

ATOM MODELLERİ

1.1 Dalton Atom Teorisi
Her element atom adı verilen çok küçük ve bölünemeyen taneciklerden oluşmuştur. Atomlar kimyasal tepkimelerle oluşamaz ve bölünemezler. ( Yanlışlığı: proton, nötron ve elektronların varlığını kabul etmemesi ve kimyasal tepkime öncesi var olan atomlar tepkime sonrasında da var olmalıdır (Kütlenin Korunumu Kanunu : Tepkimeden çıkan ürünlerin kütleleri toplamı, tepkimeye giren maddelerin kütleleri toplamına eşittir. ))
Bir elementin bütün atomlarının kütlesi (ağırlığı) ve diğer özellikleri aynıdır. Fakat bir elementin atomları diğer bütün elementin atomlarından farklıdır. ( Sabit Oranlar Yasasını destekler ( Sabit Oranlar Yasası: Bir bileşin bütün örnekleri aynı bileşime sahiptir. Yani bileşenler sabit bir oranda birleşir. Suyun %11.19 hidrojen ve % 88.81 oksijen oranlarından oluşması gibidir.) Fakat izotopların varlığını kabul etmemesi yanlışlığıdır.)
Kimyasal bir bileşik iki yada daha çok sayıda elementin basit sayısal bir oranda birleşmesiyle oluşur.
Bu düşünceler diğer bilim adamlarınca geliştirilmiş ve atom ve moleküllerin gerçekliği ispatlanmıştır.
1.2 Thomson Atom Teorisi
r=10-8 cm olan bir küre olarak düşünmüştür. İçinde proton ve elektron bulunduğunu söylemiş ama elektronun kütlesini protonunkinin yanında ihmal etmiştir. Nötronlardan hiç bahsetmemiştir. Proton ve elektronların atomda rast gele bulunduğunu söylemesi yanlışlığıdır.

1.3 Rutherford Atom Teorisi

Bir atomun kütlesinin çok büyük bir kısmı ve pozitif yükün tümü, çekirdek denen çok küçük bir bölgede yoğunlaşır. Atomun büyük bir kısmı boş bir uzay parçasıdır. boşluklardan ibarettir.
Pozitif yükün büyüklüğü atomdan atoma değişir ve elementin atom ağırlığının yaklaşık yarısıdır.
Çekirdeğin dışında, çekirdek yüküne eşit sayıda elektron bulunur. Atomun kendisi elektrik yükü bakımından nötrdür.
Rutherford atom modeli bir atomun çekirdeğin çevresinde elektronların nasıl yerleştiğini göstermez. Klasik fiziğe göre sabit negatif yüklü elektronlar pozitif yüklü çekirdek etrafından çekilmekte idi. Fakat bir atomdaki elektronlar, tıpkı bir gezegenin güneş etrafındaki yörüngesel hareketi gibi hareket halindedir.
1.4 Bohr Atom Teorisi
1913 yılında, Niels Bohr Planck'ın kuantum hipotezini kullanarak hidrojen atomu için aşağıdaki varsayımları ortaya attı. (Bir sistemin izin verilen iki enerjisi arasındaki fark belirli bir değere sahiptir ve bu fark enerji kuantumu dur. Planck eşitliği:
E= h * y
Planck sabiti h= 6,623*10-34 Js)
E= Bir fotonun enerjisi
y= Frekans
Elektron çekirdeğin etrafında dairesel yörüngede (orbitlerde) hareket eder. Bu yörüngelere enerji düzeyleri veya kabukları denir.
Elektron izin verilen sabit bir yörünge dizisinde bulunabilir ve buna temel hal denir. Elektron belirli bir yörüngede ne kadar uzun kalırsa kalsın enerji yayınlamaz ve enerjisi sabit kalır. Atomlar bir elektrik akı veya bek alevi ile ısıtılınca elektronlar enerji absorblayarak daha yüksek enerji düzeyine geçerler. Bu durumdaki atomlar uyarılmış haldedir.
Bir elektron yüksek enerji seviyesinden daha düşük enerji seviyesine geçtiğinde belli bir miktarda enerji yayınlar. Bu iki düzey arasındaki enerji farkı bir ışık kuantumu halinde yayılır.
Elektronlar için izin verilen haller kuantum sayısı denen n= 1, n = 2, n= 3,… gibi tam sayılarla ifade edilir. En düşük izin verilen hal temel haldir, çekirdeğe yakın yörüngede bulunur.
Ana (baş) kuantum sayısı = n ; Daima tam pozitif sayı ve 1'den 7'ye kadardır ve her bir sayı periyodik cetveldeki periyotlara (yatay sıra) karşılık gelir. Çekirdekten uzaklığı belirtir.
Bir atomun çekirdek etrafındaki n değeri K, L, M, N, O, P, Q alt kabuklarına eşdeğerdir ve buradaki tali yörüngeler s, p, d, f isimleri ile adlandırılır.
K - kabuğunda 1 s tali yörüngesi
L - kabuğunda 1 s ve 1 p olmak üzere 2 tali yörünge
M- kabuğunda 1 s , 1 p ve 1 d olmak üzere 3 tali yörünge
N- kabuğunda 1 s , 1 p , 1 d , 1 f olmak üzere 4 tali yörünge
Yörüngelerin aldığı elektron sayısı = 2n2 dır.
En dış kabuktaki elektronlara değerlik elektronları denir.
İkinci sayı ise orbital (açısal -momentum ) kuantum sayısı (l) , sıfır dahil pozitif tam sayıdır ve elektron bulutunun şekillerini ifade eder;
l = 0, 1, 2, 3, 4, … n-1
l= 0 ise küresel , l= 1 ise labut şeklini alır. Sayı büyüdükçe şekil karışık olur.
Üçüncü sayı ise magnetik kuantum (m) sayısıdır ve boşluktaki elektron bulutunun oriantasyonu ile ilgilidir. -l den + l ye kadar herhangi bir sayı olabilir.
2 l +1=m
dördüncü kuantum sayısı spin kuantum sayısı (s) dır ve elektronun dönüş yönünü tanımlar. Magnetik alanda elektronların (+) ve (-) spinleri olduğunu gösterir. Spin kuantum sayısı daima +½ veya -½ dır.

KİMYA BİLİM ADAMLARI

Bilim Adamları

ALTERNATİF ENERJİ KAYNAKLARI VE ENERJİ TASARRUFU

ENERJİ KAYNAKLARI .
. Bilim ve teknik ilerledikçe çok değişik kaynaklardan enerji elde etmeye başarmışlardır
.İnsanlar başlangıçta sadece doğal ve basit yollarla enerji elde etmişlerdir
Günümüzde enerji elde edilen başlıca kaynaklar şunlardır:


1. İnsan gücü,
2. Hayvan gücü,
3. Rüzgar gücü,
4. Odun,kömür gibi katı yakıtlar,
5. Petrol,
6.Gaz,
7. Su (baraj),
8. Sıcak su kaynakları,
9. Su buharı,
10. Uranyum madeni,
11. Güneş.
ENERJİ TASARRUFU NASIL YAPILIR?
Günümüzde enerji çok çeşitli alanlarda, çok değişik amaçlarla kullanılmaktadır. Enerjinin her çeşidi,en yaygın olarak evlerimizde tüketilmektedir. Bu nedenle enerji tasarrufuna evlerden başlamak gerekir. Ev hanımları, kaloriferciler, çocuklar kısacası herkes bu konuda duyarlı olmalı, böylece hem tasarruf edilmeli hem de kullanılan enerjiden yüksek verim alınmalıdır.
Evlerimizde aşağıdaki önlemler alınırsa çok büyük oranda enerji tasarrufu yapılmış olur:
1. Buzdolabı, fırın, ütü, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi gibi elektrikli ev araçları, üretici firmaların kullanma talimatlarına uygun olarak verimli bir biçimde kullanılmalıdır.
2. Az elektrikle yüksek ışık verebilen, örneğin flüoresan lambalar tercih edilmeli;
gereksiz olan lambalar söndürülmelidir.
3. Pencerelere mümkünse çift cam takılmalı, gerekiyorsa kısa girmeden macun ve öteki tamir işleri tamamlanmalıdır.

4. Zorunlu havalandırmalar dışında kapılar, pencereler iyice kapatılmalı, gereksiz yere açılıp kapatılmamalıdır.
5. Sobalar üstten yakılmalı, yanan sobanın üzerine odun, kömür atılmamalıdır.
6. Kalorifer radyatörlerinin ön kısmı daima açık tutulmalı, önüne ısının yayılmasın) engelleyecek şeyler konmamalıdır.
7. Odanın ısısı yükseldiği zaman üstümüzdeki giysileri çıkarmalı, pencereleri, kapıları açmak yerine radyatörler kısılmalı ya da kapatılmalıdır. Soba kullanılıyorsa sobalar kapatılmalıdır.
8. Gereksiz yere sıcak su harcanmamalıdır.
9. Yemekler düdüklü tencerelerde ya da termik tabanlı, enerji tasarrufu sağlayan tencerelerde pişirilmelidir.
10. Apartmanlarda özellikle çocuklar, asansörleri bir oyun aracı olarak değil, inmek çıkmak ihtiyacı için kullanmalıdır.

OZON TABAKASI NASIL OLUŞTU?

Yaşam ortaya çıkmadan önce, karbon dioksit, nitrojen ve diğer ağır gazlar, Dünya’nın manto tabakası ve yer kabuğu tarafından ortama bırakılıyordu. Bu gazlar dünyanın yerçekimi kuvveti sayesinde tutuldu ve zaman içinde bir atmosfer meydana geldi.Yerçekimi, metan (CH4), karbon dioksit (CO2), amonyak (NH3), hidrojen (H2), azot (N2), ve su buharının (H2O) bu şekilde atmosferde birikmesine neden oldu. Zaman içinde Dünya, su buharının yoğunlaşıp sıvı hale gelmesine olanak sağlayacak kadar soğudu. Bu durum beraberinde yağmurları ve kuvvetli kasırgaları getirdi. Sürekli yağan yağmur denizlerin oluşmasını sağladı. Şiddetli kasırgalar sırasında oluşan elektrik dünyanın yüzeyini etkiledi.
Bu sırada atmosferde serbest halde hiç oksijen yoktu çünkü oksijen hidrojenle birleşip suyu, yer kabuğundaki başka elementlerle de birleşip demir oksitleri, silikatları, karbon dioksiti ve karbon monoksiti oluşturuyordu. Yaklaşık 2 milyar yıldan fazla bir süre boyunca oksijenin tamamı başka elementlere bağlanmış halde bulunuyordu.
İlk canlılar, atmosferde serbest oksijen bulunmadığı için anaerobik yani oksijensiz solunum yapan canlılardı. (Canlıların ortaya çıkışlarıyla ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek isterseniz “Dünya üzerinde yaşam nasıl başladı?” sorusunun cevabına göz atabilirsiniz.) Anaerobik solunumda sonra fotosentez evrimi gerçekleşti, yani fotosentez yapabilen canlılar ortaya çıktı. Bu canlılar su ve karbon dioksiti kullanarak glikoz ve oksijen üretmeye başladılar. Serbest oksijen böylece atmosferin stratosfer adı verilen tabakasında birikmeye başladı. Morötesi ışınlar, bu tabakadaki oksijen moleküllerine (O2) çarparak bu moleküllerin iki oksijen atomuna (O + O) bölünmesi sebep oldu. Bu oksijen atomları da oksijen molekülleriyle birleşerek ozonu oluşturdular. (O + O2 › O3). Ozon tabakası bu şekilde oluştu. Ayrıca bu tepkimeler günümüzde de aynı şekilde oluşmakta. Ozon tabakasının üstünde yeterince oksijen bulunmadığı için tabakanın kalınlığı sınırlı. Daha alt tabakalara da morötesi ışınlar ulaşamıyor.

YAŞAM İÇİN KESİNLİKLE GEREKLİ OLAN ELEMENTLER

Yaşayan hücreler içinde hemen tüm elementler bulunabilirse de, aslında, doğadaki 92 elementten yalnızca birkaçı organizmanın değişmeyen yapı öğeleridir (ya da metabolizmasında temel rol oynarlar).Biyolojik önem taşıyan elmentlerin çoğunun atom ağırlıkları ve atom sayıları küçüktür.Bunlardan karbon, karbon atomlarının oluşturduğu uzun zincirler ya da halkalar biçiminde, kendi başına görev yapar.Bu zincir ve halkalar bazen, büyük ve karmaşık organik moleküllerin temel yapısıdır ve yalnızca yaşama özelliklerinden biri değil, aynı zamanda bir parçasıdır; öteki temel elementlerin çoğu, karbonla tepkimeye girerek, organik bileşiklerin bir bölümünü oluştururlar.
Yaşayan varlıkların hemen tüm organik bileşikleri, hücre içinde çok bol miktarlarda bulunan üç elementi (karbon, hidrojen ve oksijen) kapsar.Bu üç element, insanın beden ağırlığının ortalama yüzde 93’ünü oluşturur.Karbonhidrat ve yağlar, yalnızca bu üç elementten oluşur: Bunlardan türeyen bazı maddelerse, bazı başka elementleri de kapsayabilirler.Yaşam için vazgeçilmez olan su, yalnızca hidrojen ve oksijenden oluşur.
Azot da, yaşayan varlıklar için aynı önemi taşır.Proteinleri oluşturan aminoasitlerin, genetik madde dezoksiribonükleik asitin (DNA) ve birer protein olan enzimlerin bireşimlerinde görevli ribonükleik asitin (RNA) yapısına girer.Karbon, hidrojen, oksijen ve azot, insanın beden ağırlığının yaklaşık yüzde 97’sini oluştururlar.Geriye kalan yüzde 3’ü, öteki çeşitli elementler oluşturur.Bunlardan bazıları, yüzlerce yıllık kaba kimyasal analiz yöntemiyle ortaya konabilecek kadar çok miktarlardadır.Bu elementlere, “ birincil besleyiciler ” denir.” ikincil besleyiciler” ise, varlıkları ancak modern kimyanın çok hassas yöntemleriyle belirlenebilecek kadar küçük miktarlarda bulunurlar.Bazen iz miktarlarda bulunduklarından, bunlara “ iz elementler ” de denir.
BİRİNCİL BESLEYİCİLER .
Kalsiyum, fosfor, potasyum, kükürt, klor, magnezyum, sodyum ve demir birincil besleyicilerdir.Hayvanların sodyuma ihtiyaçları vardır ama, bitkilerin sodyuma ihtiyaç duyup duymadıkları bilinmemektedir.Demir ihtiyacı, birincil besleyicilerin çoğu ile ikincil besleyicilere duyulan ihtiyaçlar arasındaki bir miktardadır; bu yüzden de demir bazen, ikincil besleyiciler grubuna sokulmuştur.
Kalsiyum, hayvanların kemik ve dişlerini, bitkilerin de hücrelerini birarada tutan yapıştırıcı ara maddesinin en büyük bölümünü oluşturur.Kalsiyumun ayrıca, kanın pıhtılaşmasında da önemli bir görevi vardır.Batıda süt ve sütten yapılmış besinler başlıca kalsiyum kaynağıdır.Tropikal bölgelerde ve Doğu’da küçük balıkların kemikleri, belirli bazı tahıllar, sebzeler ve deniz tuzları, iyi birer kalsiyum kaynağıdırlar.
Fosfor, tüm canlı hücrelerde bulunan birçok bileşimin yapısına girer: Nükleik asitler (hem DNA, hem de RNA); enerji taşıyan bir bileşim olan adenozin trifosfat (ATP); birçok koenzim ve hücre zarının yapısına giren fosfolipitler.Fosfor aynı zamanda , kemiğin önemli bir yapı öğesidir.
Bir birincil besleyici olan potasyum organik bileşimlerin yapısına girmez.Enzimleri harekete geçirici bir rolü olduğu sanılmaktadır.
Kükürt, üç aminoasitin (sistein, sistin ve metionin) bir bölümünü oluşturduğu gibi, birçok proteinin de yapısına girer.Aynı zamanda koenzim A’nın da temel yapı öğesidir.
Sodyum ve klor, hayvansal hücrelerde uygun bir geçişme dengesinin sürmesini sağlar ve sinir akımlarının iletilmesinde rol alırlar.
Magnezyum, bitkilerin klorofil molekülünün bir parçasıdır: Bu yüzden, fotosentez olayında temel bir rol oynar.Hayvan ve bitki hücrelerinde, enzimleri harekete geçirici bir element görevi yapar; kemiğin yapısına giren öğelerden biridir.Ayrıca, ribozomların önemli bir yapı öğesidir.
Demir, solunumda rol oynayan birçok enzimin, özellikle hemoglobin ve sitokromların bir bölümünü oluşturan hem molekülünün merkezinde yer alır.Demirin son zamanlarda, hem kapsamayan bir protein olan ve fotosentez olayını bir basamak ileriye götüren ferrodoksinin bir parçası olduğu bulunmuştur.
İKİNCİL BESLEYİCİLER
İkincil besleyiciler, yaşayan organizmaların yalnızca yüzde 1’lik bölümünü oluştururlar.Enzimlerin bir parçası olarak ya da enzimleri harekete geçirici görev yaptıkları sanılır.Bunlar arasında manganez, bakır, krom, çinko, kobalt, molibden, boron, vanadyum, selenyum, iyot ve flor sayılabilir.Ama tüm organizmaların, bunların tümüne ihtiyacı yoktur.Şimdiki bilgilerimize göre molibden ve borona, hayvanlar değil bitkiler ihtiyaç duyarlar; vanadyuma da, yalnızca birkaç bitki ile omurgasızların ihtiyacı olabilir.
Birçok iz element, hücre içinde iz miktarlardan daha yüksek düzeylere ulaşırlarsa, zehirli etki gösterirler.Bunların zehirli özelliklerinden bazen yararlanılır.Sözgelimi, bakır bileşimleri havuzlarda üreyen yosunları öldürmede, çinko kapsayan bazı merhemler de yara-berelerde mantarların gelişmesini önlemede kullanılmaktadır.

İLAÇ NEDİR?

İnsanlara yada hayvanlara bir hastalığın tedavisi , önlenmesi yada teşhisi amcıyla verililen maddeleri belirten genel terimdir.İlaçlar , ağrıları yada başka rahatsız edici durumları dindirmek , zihin ve bedenin normal dışı durumlarını düzeltmek ve denetim altında tutmak için kullanılırlar.Reçeteyle verilen bir ilacın hekim yada diş hekimi tarafından özel olarak yazılması gerekir.Reçetesiz verilen ilacın alınması ve kullanılması içise , meslekten bir kişinin onayı gerekmez.
İlaç Üretim Yerleri
Eczane Sanayi
Eczanede ilaç ;
Eczacı tarafından üretilir , ambalajlanır , kontrol edilir.GMP eczacının bilgi ve tecrubesine bağlıdır.Üretim çok küçük olduğu için kontrol kolaydır.
Sanayide ilaç ;
(Araştırma-Geliştirme) bölümleri vardır.Çalışanların yanında denetleyici olmalıdır.Onaylaya , kartotexleri yapanlar da bulunmalıdır.Dökümanlar belli bir süre saklanmalıdır.Firma her Çok fazla hacimde üretilir.İş bölümü söz konusudur.Üretim , kalite kontrol , ambalaj , Ar-Ge preparatını saflık , miktar tayini , üretim aşamaları ve ilaç içeriği açısından kontrol etmelidir.Preparat piyasaya çıktıktan sonrada izlemeye devam etmelidir.
Bir ilaç üretilirken üç ayrı bölüm vardır :
1)Kalite Emniyeti
2)GMP
3)Kalite Kontrol
* Kalite : Muhtahzarın formülü , spesifikasyon ve analizi ile GMP kurallarına uygunluğuna denir.
1)Kalite Emniyeti:
Preparatın istenilen kalitede olup olmadığını saptamada yapılan tüm düzenlemelerdir.
Amaç ; Belirli işlemlerin yapılması , izlenmesi , ürünlerin spesifikasyonlara uygunluğunu ve tam mamülde bazı özelliklerin aranmasıdır.
-Preparat doğru maddeleri doğru oranda içermelidir.
-İstenilen saflıkta olmalıdır.
-Belirli işlemlere göre doğru bir şekilde üretikmelidir.
-Uygun kap , kapak kullanınmalıdır.
-Etiketi uygun olmalıdır.
-Dağıtımına kadar doğru bir şekilde depoda bekletilmelidir.

KİMYA SÖZLÜĞÜ

SÖZLÜK

KİMYA DÜKKANI

1) Kimya Kitapları (37)
2) Ünlü Kimyagerler (15)
3) Periyodik Tablo (3)
4) EdebiKimya (26)
5) Gösteri Deneyleri (6)
6) Kimya Yazılımları (9)
7) Kimyasal Silahlar (5)
8) Kimya Siteleri (6)
9) Kimya Dergileri (11)
10) Kimya Eğitimi (3)
11) Koku ve Tat Kimyasal Maddeleri (10)
12) Gündelik Sorular (16)
13) Haftanın Bileşiği (12)
14) İlginç Makaleler (10)

ÜÇ BOYUTLU MOLEKÜL MODELLERİ

MoLEKÜL MoDELLERİ

4 Ağustos 2007 Cumartesi

YÜKSEK LİSANS BAŞVURULARI BAŞLADI....

Akadamik kariyer ve öğretmenlik düşünen kimyacılar, tezli ve tezsiz yüksek lisans başvuruları başladı.
Trakya Üniversitesi Yüksek Lisans Başvuru Şartları

KPSS EĞİTİM BİLİMLERİ KONU ANLATIMLARI (pedagojik eğitim alanlara)

Öğrenilmiş Çaresizlik
Tolman ve Bilişsel Davranışçılık
Öğrenme Nedir ?
J. B. Watson (1878-1958)
E. W. Guthrie
E. L. Thorndike
Clark L. Hull (1884-1925)
Gözlem Yoluyla Öğrenme
Sönme Kavramı
Gestalt Kuramı
Öğrenme Kuramları ( Kaynaklar )
Pekiştirme Kavramı
Gelişim ve Öğrenmenin Temel Kavramları
Öğrenmede Ön Öğrenmeler
Öğrenmeyi Etkileyen Faktörler
Motivasyon - Güdülenme
Öğrenme Stratejileri
Bilgiyi İşleme Kuramı
Psikolojik Danışma & Rehberliğin Konusu (Giriş)
Rehberliğin Başlıca Türleri
Psikolojik Danışma & Rehberliğin Dayandığı Temeller
Psikolojik Danışma ve Psikoterapi
Öğrenci Kişilik Hizmetleri & Rehberlik
Bireyi Tanıma Teknikleri
Kişisel Rehberlik
Özel Eğitim ve Rehberlik
Okullarda Rehberlik
Eğitsel ve Mesleki Rehberlik
Gelişim ve Büyüme Kavramları
Gelişim İlkeleri ve Dönemleri
Büyüme ve Gelişim
Olgunlaşma ve Hazırbulunuşluk
Gelişimde Kritik Dönemler
Gelişimi Etkileyen Faktörler
Son Çocuklukta Kritik Yaşlar
İlk Çocuklukta Kritik Yaşlar
Okul Öncesi Dönem Bedensel ve Motor Gelişim
Gelişim Evreleri
Ergenlik Dönemi Bedensel Gelişim
Bebeklik Döneminde Bedensel ve Motor Gelişim
İlk Çocukluk Döneminde Bilişsel Gelişim
Son Çocukluk Döneminde Bilişsel Gelişim
Ergenlik Döneminde Bilişsel Gelişim
Piaget'in Bilişsel Gelişim Kavramları
Ahlak Gelişim Kuramları
Erikson'un Psikososyal Gelişim Kuramı
Bebeklik Dönemi Dil Gelişimi
İlk Çocukluk Döneminde Dil Gelişimi
İlk Çocukluk Döneminde Duygusal Gelişim
EDİMSEL KOŞULLANMA
Bebeklik Döneminde Duygusal Gelişim
KLASİK KOŞULLAMA
Freud ve Psikanalitik Kuram
GELİŞİMLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

EĞİTİM BİLİMLERİ SUNULAR (pedagojik eğitim alanlara)

Gelişim ve Öğrenme
Öğretim Teknolojileri ve Materyal Geliştirme
Öğretimde Planlama ve Değerlendirme
Sınıf Yönetimi
Öğrenme ve Öğretmenin Kuramsal Temelleri
İleri Çocuk Gelişimi ve Erinlik Psikolojisi
Bilimsel Araştırma Yöntemleri
Program Geliştirme ve Değerlendirme
Eğitim Felsefesi
Türk Eğitim Tarihi

EĞİTİMSEL KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ

ALGI: Organizmanın o andaki yaşantısı sırasında edinilen duyusal bilgilerin beyin tarafından örgütlenip yorumlanması süreci. ARAÇ: Öğrencinin öğrenmesi, öğretmenin etkin bir öğretme sağlayabilmesi için özel olarak hazırlanmış öğretme öğrenme yardımcıları. ARAŞTIRMA: Bir problemi çözmek amacıyla planlı olarak gerçekleştirilen veri toplama, çözümleme, yorumlama ve değerlendirme işlemlerini kapsayan bir süreç.
BECERİ: Psiko-motor davranışların doğru, birbiriyle koordineli, hızlı ve otomatik olarak yapılmış şekli.
BENLİK: Bireyin kendisini algılayış biçimi.
BEN MERKEZCİLİK: Kendi görüşünün olabilecek tek görüş olduğuna inanma.
CEZA: İstenilmeyen davranıştan alıkoymak için uygulanan önleyiciler.
ÇÖZÜMLEME (Analiz): Bütünü daha iyi anlayabilmek, parçalarının ilişkilerini iyi görebilmek için, değişik bakış açıları ve değişkenlere göre onu parçalara ayırmak.
DÖNÜT: Hedefin gerçekleşme derecesine bakılarak, sistemin işleyip işlemediğini, işlemeyen yanların neler olduğunu, bunların nasıl ve ne yolla giderileceğini belirlemek amacıyla yapılan etkinliklerin tümü. Sisteme (kişiye) her işlemin sonunda bilgi vermek yani sonuçların bilgisini gerekli yer ve zamanda sisteme(kişiye) ulaştırmak.
DEĞERLENDİRME: Ölçme sonuçlarını bir ölçüte vurup, bir yargıya varma süreci.
DÜZELTME: Eksik,yanlış,yarım yamalak yanıtları tamamlamak için işe koşulan uyarıcıdır.
DÜŞÜNME: Bilinenler arasında ilişkiler kurarak yeni bilgiler üretme işi.
DOGMA: Bir bilginin sorgulanmadan alınması ve mutlak doğru kabul edilmesi.
DEĞİŞİM: Bir şeyin yerine yeni veya başka bir şeyin konmasıdır.
DENETMEN (MÜFETTİŞ) : Eğitim ve öğretim kurumlarındaki çalışmaların yasalara ve yönetmeliklere uygun olarak yürüyüp yürümediğini incelemek ve denetlemekle görevli kimse. DENEY: Belirli bir varsayımın doğruluk durumunu değerlendirme ya da var olabilecek bağlantılarını ortaya çıkarma amacıyla koşulların ya da bunların değişken durumlarının ve sonuçların gözlendiği planlanmış uygulama. DİSİPLİN: Bireye hangi davranışların doğru ve iyi olduğunu, hangi davranışların kötü ve yanlış olduğunu öğretmek ve bireyin öğrendiklerine göre davranıp davranmadığını denetlemek.
DAVRANIŞ: Organizmanın her hareketi ya da organizmanın etkiye karşı gösterdiği tepki.
DEĞİŞKEN: Değişik değerler alabilen her türlü özellik.
EĞİTİM :1. Bireyin davranışında kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir. 2. Kişinin öğrendiği davranışı yapıyor olması durumu. Öğrenmek , nasıl yapılacağını bilmek, eğitim ise yapmak şeklinde anlamlandırılmıştır. 3. Edinilen bilgilerin hayata uygulanması sanatının kazanılmasıdır.
EZBER: Hafızaya emanet edilen; anlamadan yapılan öğrenme, depolama; bilgiye yalnızca kalıp, sözcük, işaret, şekil olarak sahip olma, depolama yöntemidir . Ezber bilgi ise nitelik açısından bilme düzeyinde kalan, olduğu gibi geri verilebilme dışında olumlu bir işlevi olmayan bilgilere denir.
EMPATİ: Bir kimsenin, karşısındaki kişinin belli bir durumda ne düşündüğünü ve ne hissettiğini anlama gücü.
GÖZLEM: Bir kimsenin, diğer bir kimse hakkında, duyu organları ile bilgi edinme yoludur.
GENELLEME: Değişik cinsten olgular ya da olguların açıklamaları arasındaki ilişkiyi belirten ifadeler.
GÜDÜ (MOTİVE): Bireyi ,bir amaca ulaşmak için davranmaya iten , harekete geçiren , bireyin davranışını güçlendiren ,etkinleştiren , yönelten bir iç güç. GÜDÜLEME: Bir veya birden çok insanı ,belirli bir yöne (gaye veya amaca) doğru devamlı şekilde harekete geçirmek için yapılan çabaların toplamı. GÜDÜLENME: İnsanın belli bir yönde davranmasına yol açan ;onu böyle bir davranışa iten ; bir işi yapmaya istekli kılan ruhsal durum.
GRUP: Etkileşim içinde bulunan üyelerin oluşturduğu topluluk.HAZIRBULUNUŞLUK DÜZEYİ: Öğrenenin bir programa başlamadan önce kazandığı önbilgi, tutum ve becerilerin tümü.HEDEF : Yetiştirdiğimiz insanda bulunmasını uygun gördüğümüz, eğitim yoluyla kazandırılabilir nitelikteki istendik özelliklerdir. Bu özellikler bilgiler, yetenekler, beceriler, tutumlar, ilgiler, alışkanlıklar vb. olabilir. Bir öğrencinin, plânlanmış yaşantılar sayesinde kazanması kararlaştırılan ve davranış değişikliği veya davranış olarak ifade edilmeye elverişli olan özelliktir.
İPUCU: Doğru yanıt gelmediği zaman öğrencinin yanıtı bulması için ortama sunulan hatırlatıcı, sorunu çözücü uyarıcıdır.
İHTİYAÇ: Doyurulmamış bir arzunun , isteğin ya da organik bir yoksunluğun oluşturduğu içsel bir gerilim durumu.
KAVRAM: Bir konu alanında özel anlam taşıyan sözcük; terim.KURAM: Her konu alanında, çeşitli basamaklarda elde edilen bilgiler yoluyla, konu alanının tümü ya da bir bölümünü açıklamaya yönelik bilgilere denir.
KILAVUZ: yol değil yollar gösteren, bu yolların her birinden gidildiğinde, nelerle karşılaşılıp ne sonuçlara ulaşılabileceği konusunda doğru bilgiler veren bir aydınlatıcıdır.
KARAR VERME: Bir sorunun çözümüne ilişkin olası yollardan en uygun olanın seçilmesi.
KİŞİLİK: Bir insanın bütün ilgilerini, tavırlarını, niteliklerini, konuşma tarzını, dış görünüşünü ve çevresine uyum tarzını gösteren özellikleri. İçinde bulunduğu tüm çevreyle ilişkisinde bireyin kendine özgü tutarlı ve sürekli davranış bütünü.
KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRME: Bireyin kendi gizilgüç ve yeteneklerini sonuna kadar kullanarak istediği yere gelebilme ve hedeflerine ulaşabilme isteği ve çabası.
KURAL: Sınıfta öğrenciden beklenen ve yapmaması/yapması gereken davranışları gösteren ifadelerdir.
LİDERLİK: İnsanları peşinde götürebilme ve onlardan yapmalarını istediği şeyleri kendi istekleri ve işbirliği ile yaptırabilme sanatıdır. kişileri sınıflandırma, özendirme, esin verme ve amaç-hedef belirleme yeteneği ve becerisidir.
NORM: Gruptaki etkileşim sürecinde ortaya çıkan ve üyelerin grup içinde nasıl davranacaklarını belirleyen kural ve beklentiler bütünü.
OTOBİYOGRAFİ: Bir kimsenin şimdiki ve geçmiş yaşamını yazılı olarak anlatmasıdır.
OLGUNLAŞMA: Organizmada, doğuştan getirilen biyolojik özelliklerin etkisiyle ortaya çıkan gelişme; yürümeye başlama gibi, var olan potansiyel güçlerin görev yapabilecek duruma ulaşması.
ÖDÜL: Bireye istenilen davranışları yaptırmak için sunulan özendiriciler. ÖĞRENME: 1.Yaşantı ürünü ve nisbeten kalıcı izli davranış değişmesi . 2. Kişinin tutum veya davranışının kendi kontrolü altında değişmesi, bir bilgi veya beceri edinmesi. 3. Bilgi edinme, kazanma, bilgiye sahip olma; bir özelliği kazanma, ona sahip olma, bir davranışı yapabilecek duruma gelme . Öğrenmede bir davranışın yapılması-değiştirilmesi değil, kişinin bunların bilgisine sahip olması söz konusudur. ÖĞRETİM: Kişinin tutum veya davranışının bir öğreticinin kontrolü altında değiştirilmesi, bir bilgi veya beceri edindirilmesi.
ÖLÇME: Bir niteliğin ya da boyutun uygun araç kullanılarak bir birim cinsinden sayı ya da sembollerle gösterilmesi. PEKİŞTİREÇ: İstendik davranışın ilerde tekrarlanma olasılığını artıran uyarıcı.PLANLAMA: Önceden belirlenmiş amaçları gerçekleştirmek için yapılması gereken işlerin saptanması, izlenecek yolların seçilmesi.
REHBERLİK: Bireye kendini anlaması, çevredeki olanakları tanıması ve doğru kararlar vererek özünü gerçekleştirebilmesi için yapılan sistematik ve profesyonel bir yardım sürecidir.
SENTEZ: 1. Öğeleri, belli ilişki ve kurallara göre birleştirip bir bütün oluşturma işidir; fakat her bütün oluşturma işi sentez olamaz. Sentezde yenilik, özgünlük, buluş, icat, yaratıcılık gibi özellikler söz konusudur. 2. Parçalardan yeni bütünler oluşturmak, yeni ilişkileri yeni bütünlerin oluşumunda kullanmak, bilgi parçalarını farklı bütünler yaratmada örgütleyebilmek .
SORUMLULUK: Bir kişinin kendisine verilen görev ya da görevleri yeteneklerinin elverdiği ölçüde yerine getirmesi zorunluluğu; kişinin işiyle ilgili çalışmaları başarma yükümlülüğü. TAKSONOMİ: İstendik davranışların basitten karmaşığa, kolaydan zora, somuttan soyuta , birbirinin önkoşulu olacak şekilde aşamalı sıralanmasına denir. TEFTİŞ: Kamu ve kurum yararına insan davranışlarını kontrol etme süreci. TEORİ: Birbirleriyle ilişkili bir takım bilgilerden oluşan, güçlü delillerle desteklenen ama ispatlanamayan açıklamalar. TÜMDENGELİM: Genelden özele, yasalardan ya da olgulardan olaylara, kuraldan örneğe geçme.
TÜMEVARIM: Öğretimde örneklerden, sorunlardan, olaylardan ve özel durumlardan başlayarak genel sonuçlara, kurallara ya da kanılara varma.YETENEK: Eğitim ya da yetiştirmeyle kazanılan ya da kendiliğinden var olan, herhangi bir işin yapılmasını sağlayan bilişsel ya da fiziksel güç. YETKİ: Yöneticinin, saptanmış olan amaçlara ulaşmak için, gereken işlerin yapılmasını başkalarından isteme hakkı; başkalarının davranışını etkileyecek kararlar alabilme gücü, yöneticinin karar verme hakkı. YÖNTEM: Eğitimin hedeflerine ulaşmak amacıyla kullanılacak tekniklerin , işlenecek konunun, araç-gereç ve kaynakların bir bütünlük oluşturacak şekilde örgütlenerek hizmete sunulan bir öğretme yolu.

OKS KİMYA KONU ANLATIMLARI

Madde ve Özellikleri
Atom ve Periyodik Cetvel
Kimyasal Bağlar - Bileşikler
Kimyasal Tepkime Çeşitleri ve Kimyasal Hesaplamalar
Asitler - Bazlar

ÖSS KİMYA KONU ANLATIMLARI

Madde ve Özellikleri
Atom ve Periyodik Cetvel
Bileşikler
Kimyasal Denklemler
Kimyasal Hesaplamalar
Gazlar
Çözeltiler
Radyoaktiflik
Reaksiyon Entalpisi
Reaksiyon Hızı
Kimyasal Denge
Çözünürlük Dengesi
Asitler - Bazlar
Elektrokimya - Piller - Aktiflik
Kimyasal Bağlar
Hidrokarbonlar - Organik Kimya
Fonksiyonel Grupları
*** ORGANİK KİMYA NOTLARI ***

KİMYA PARADOKSLARI

SORU
Bütün kimyacılara bir soru sormak istiyorum. Yanlış anlamayın, öğrenmek için soruyorum. Çünkü şu ana kadar hiç kimseden tatmin edici bir cevap alamadım:
Bilindiği gibi "su", iki hidrojen ve bir oksijenden oluşur. Hidrojen, 'yakıcı' bir gaz; Oksijen de 'yanıcı' bir gazdır. Nasıl oluyor da ikisi biraraya geldiklerinde 'söndürücü' olabiliyorlar?
cevaplarınızı bekliyorum.
Gelen ilk cevap: Yukardaki soruma ilk cevap Erdinç YILMAZ'dan geldi. Cevabı aynen yazıyorum:
Su bir bileşiktir. Yani kendisini oluşturan maddeler özelliklerini kaybedip tamamen yeni bir madde
oluşturmuşlardır. Bu madde yani su yanan bir cismin üzerine döküldüğü zaman ateşin havayla olan temasını
keser.(Aynı bir battaniye gibi). Ateşin yanması için oksijene ihtiyaç olduğunu hepimiz biliyoruz. Havayla
teması kesilen ateş oksijen alamaz ve de bu sebeple söner. Ben bunun doğru olduğu düşüncesindeyim.
Tabi ne kadar doğru tartışılır.. Erdinç YILMAZ'dan

İkinci Cevap: Hidrojen elektronların dizilişi sonucu yanıcı özelliğe sahip oksijende aynı şekilde yakıcı özelliğe sahiptir. Bunlar bileşik oluşturup birleştiklerinde artık bu özelliklerinin bir değeri kalmaz elektron dizilişleri de değişir. Eğer biz suyu 'su' olarak düşünmeyip hidrojen+oksijen olarak düşünürsek sizin mantığınız doğru olurdu. Ama bu binayı 'bina' olarak düşünmeyip çimento+demir+tuğla...vs düşünmeye benzemez mi? Su neden söndürücüdür? Hidrojen neden yanıcıysa ondan...yani elektronların dizilişi atomlarının konumu gibi bir dizi kimyasal özelliğinin sonucu. İsmet İNCE'den

Üçüncü Cevap: Öbür arkadaşın dediği gibi su saf homojen bir bileşiktir. Ve bileşikler kendilerini oluşturan iyonların özelliklerini taşımazlar. e hali ile ne H iyonu gibi yanar ne de O iyonu gibi yakar bu kadar basit kavram Onun yerine şu soruyu sor: sülfirik asitin üzerine su ileve edildiginde gözle görülür bi reaksiyon olmasken suyun üzerinde sülfirik asit ilave edildiginde patlama meydana geliyor .. Ünal AKTAŞ'tan

KİMYA VİDEO

Bazı kimya süreçlerini, bırakın zihinde canlandırmayı, adını bile söylemek kolay değil.Öyle değil mi:)ÖR: Jel elektroforezi, titrasyon, gaz kromotografisi... Macaristan'daki Debrecen Üniversitesi'nden Gabor Lente bu sıkıntının farkında olan bir kimyacı.Tarihi deneylerden, kimyasal süreçlerdeki tepkimeleri adım adım gösterenlere kadar çok geniş kapsamda bir görüntülü linkler koleksiyonu oluşturmuş.İsterseniz Texas'taki Sam Houston Eyalet Üniversitesi'nin sitesinden x-ışını emilim spektroskopisini ya da gaz kromotografisini animasyonlarla öğrenin,isterseniz Londra'da Imperial College film arşivinden Nobel ödüllü kimyacılarla söyleşileri izleyin. Adresi;
www.klte.hu/~lenteg/animate.html